20 Aralık 2009 Pazar

Küçücüğüm...

Kızım… Şu anda kollarımdasın, kanlar içinde, yüzünde şarapnel parçaları… O güzel yüzün tanınmaz hale gelmiş; o öptüğüm, kokladığım yüzün şimdi ne halde… Ah, küçücük göğsün minik bir kuş gibi inip kalkıyor hala… Yaşıyorsun, ama ne kadar sürer ki bu halin, iki avucuma sığan körpe bedenin nasıl dayanır ki bu kadar acıya…

Oysa ne de umutluydum senin adına, sen doğduğunda… Dondurucu bir Kasım ayında doğmuştun, annen ne acılar çekmişti… Onun ölümü pahasına sen yaşamıştın, üstelik kimse yoktu yanımızda, kimse yardım edememişti… Öyle ya, kim yardım edecekti, herkes kendi derdinde, işgal güçleri her yeri kuşatmış, bir minicik bebeğe mi bakacaklar… Üstelik bizzat benim de direnişe katılmış olmam, tek başımıza insanlardan uzakta bir evde doğmana sebep olmuştu, etrafımız ıssızdı, sadece annenin çığlıkları vardı… İnsanın kanını donduran, o kadar ölüm görmeme rağmen ilk defa duyduğum ve beni ilk defa korkutan o çığlıklar… Bir yaşam gözlerimin önünde sona eriyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum… Şanssızlık bırakmadı ki yakamızı bebeğim, erken gelmiştin dünyaya, bunu ne annen ne de ben tahmin edemezdik… Düşünemedik işte bu kahpe dünyaya bir an önce gelmek isteyeceğini, bilemedik… Annen son nefesini verirken, bana seni bıraktı ve gitti…

O kadar güzeldin ki meleğim… O kadar temiz, o kadar saftın ki… O anda yine kanlar içindeydi yüzün; ama şimdiki gibi değildi, umut doluydu, bu dünyaya ait değildin… Her şeyin o kadar küçüktü ki… Ellerin, burnun, ayakların, yüzün… Bu benim kızım mı şimdi diye sormuştum kendime, sen benim misin? Bu güzel şey, benim gibi bir zavallıya ait olabilir miydi? Uzun süre sonra ilk defa umut doldum seninle, hayatın güzel olabileceğini hissettim… Bir yerlerde, güzel hayatlar yaşayan insanlar vardı, kandan, savaştan, gürültüden uzak… Tek derdi hayatta kalmak olmayan, mutlu ve özgür insanlar… Evet, oraya ulaşabilirdik, yapabilirdik bunu… İnsan o anda, bir insanın öldüğünü göremiyor, hissedemiyor bebeğim… Annen ölmüştü, ben sana bakarken onun acısını hissetmiyordum… O, sende yaşıyordu, özgürlük senin göğüs kafesinde atıyordu… Başarabilirdik, ülkemi özgürlüğe kavuşturabilir, sen ve ben özgürce yaşayabilirdik… Buna gerçekten inanmıştım, beni inandırmıştın…

Tüm bunlar bana çok uzak geliyor şu anda biliyor musun çocuğum? İşgalcilerin bize attığı bombalar, acımasızca saldırdı üzerimize… Şu geldiğimiz noktaya bak; 1 sene sonra sen yine kollarımda ve kanlar içindesin, ama bu sefer ağlamıyorsun… Bedeninin yavaşça inip kalkması dışında hiçbir hareket yapmıyorsun… Şimdi bu durumu sana nasıl açıklayayım? Sömürgeciler desem, para desem, petrol desem, acımasız kapitalist dünya düzeni desem, anlamazsın ki… Nasıl anlatayım, ne diyeyim sana? Senin hiçbir suçun yok, sırf bu ülkede doğduğun için ölüme mahkûm olduğun gerçeğini nasıl söyleyeyim sana? Seni neden koruyamadığımı, şu anda seni götürecek bir yardım kuruluşunun olmadığını, ölümden başka seçeneğinin olmadığını nasıl söyleyeyim? Bir baba nasıl söyler bunu masum yavrusuna?

Kahretsin, göğsün inip kalkmıyor artık… Nefes almıyorsun, minik bir titreme ve sonrası sessizlik… İnsan, ne kadar kendini hazırlamaya çalışsa da, kucağında yavrusunun ölümünü kabullenemiyor işte… Gitme bebeğim… Seninle beraber özgürlük umutlarımız da ölüyor, umut bitiyor, gitme… Sensiz yapamam, tek umudumdun şu hayatta, gitme… Sana kıyanların çocuğu yok mu, nasıl yapabiliyorlar? İnsan, baba olunca sorguluyor bunları, belki ben de kaç babaya, kaç bebeğe kıydım da haberim yok… Ama artık bitti meleğim… Senle beraber, ben de öldüm… Sen burada uyu sonsuza kadar, annenin ve senin yanına geliyorum kızım… Bekle beni, geliyorum… Ne ülkem var, ne de sen… Artık ben de yokum… Şu soysuz köpeklerden gönderebildiğim kadarını cehenneme gönderip, yanına geliyorum kızım… Korkma,geliyorum…