9 Ağustos 2009 Pazar

Barışın Rengi Kırmızı...


-Askerler! Çabuk buraya gelin!

Bu çağrı üzerine, karargâhta bulunan bütün askerler, komutanın bulunduğu alana yöneldiler. Komutan Savaş Yıkıcı, yardımcılarını yanına aldı, karşısındaki askerlere göz gezdirdi ve konuşmasına başladı:

-Sizler, seçilmişlersiniz. Bütün dünyayı ele geçirme çabamız, artık bir nihayete erecek. Bunu, sizlerin üstün yeteneklerinizle başaracağız. Ey seçilmişler! Tüm dünyayı kontrol altına almaya, Barış Ölmez denilen pisliği ve bize karşı çıkan bir avuç zavallıyı ortadan kaldırmaya, adımızı dünyanın her yerine yaymaya var mısınız?

-Varız! Diye gürledi bütün askerler…

-Öyleyse, diye devam etti Savaş Yıkıcı, herkes hazır olsun! Yarından itibaren, bütün dünyaya gücümüzü kabul ettireceğiz. En ücra köşelere kadar gidip, düşmanlarımızı yere sereceğiz. Şimdi gidin, iyice dinlenin, yarın zafer bizim olacak! Dünya bizimdir!

-Dünya bizimdir!

Bu konuşmadan sonra Savaş Yıkıcı, yardımcılarını toplantıya çağırdı. Onlara yaptığı planı anlattı:

-Beyler, ben bu akşam televizyona çıkıp, dünyanın hemen hemen her bölgesine yayın yapacak olan bir konuşma yapacağım. Bu konuşma, yapacaklarımıza toplumların hazır olmalarını ve bizi desteklemelerini sağlayacak. Desteklemeyenler ise, zaten çoktan öbür dünyayı bylamış olacaklar… Ben konuşmamı bitirip de buraya geldiğimde, herkesi hazır görmek istiyorum. Sabaha karşı buradan çıkacağız; siz de şimdiden diğer bölgelerdeki birimlerimizi haberdar edin, onlar da hazır olsunlar. Zafer yakındır…

Barış Ölmez, karısı Sevgi’yle evinde oturuyordu. Döndü, hamile eşine baktı. “Her haliyle güzel” diye düşündü, sonra dayanamayıp Sevgi’nin yanağına sıcacık bir öpücük kondurdu. Sevgi şaşırmıştı, gülerek eşine baktı;

-Hayırdır Barış, ne bu sevgi birdenbire?

-Ne var canım, sevgili eşimi öpemez miyim “birdenbire”?

-Yok, yani öpersin, ki öp tabii de, artık hamilelikte aldığım kiloları kabullenmiş görünüyorsun, laf etmiyorsun artık? Güzel mi gözüküyorum yani?

Barış güldü, ya onlar gidecek zaten o konuda düşüncem değişmedi, dedi ve ekledi, ama sen benim için her zaman her halinle güzelsin sevgilim…

-Canım benim, diyip sarıldı Sevgi. Söz, bütün bu fazlalıklar gidecek… Aa Barış, dedi birdenbire Sevgi. Unutuyordum neredeyse, televizyonu açsana dizim başlamıştır, kaçırmayayım.

-Tamam, dedi Barış. Açalım bakalım şu çok önemli dizini…

Barış televizyonu açtı, ancak açtığı kanalda dizi yerine son dakika haberi veriliyordu. Baktı, “hayır, olamaz” dedi, Sevgi;

-Ne oldu Barış, kim bu adam? Neden çıkmış televizyona, ne istiyormuş?

-Sevgilim, bu adam Savaş Yıkıcı… Kendisi benim bölüğümde üst düzey askerdi, ancak çok şiddet yanlısı olduğu için biz bunu atmıştık. En son duyduğumda, bağımsız bir ordu kurmuş, sözde uluslar arası barışın sağlanması için çalışıyormuş. Ordudan atıldığında, dünyayı ele geçirme gibi zırvalardan bahsediyordu, umarım bu tür emelleri yoktur…

-Umarım Barış, sesini açsana bakalım ne diyormuş…

-Ey insanlar, diye söze başladı Savaş Yıkıcı. Görüyorsunuz ki, dünyada büyük bir karışıklık ortamı mevcuttur. Bu ortam, insanların, bizden öncekilerin uzun yıllar boyunca sürdürdüğü bu mükemmel düzene karşı çıkmalarından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki insanlar, bu düzenin vazgeçilmez ve alternatifsiz olduğu gerçeğini kavramalıdırlar. Bu düzene alternatif olarak sunulan bir sürü düzen kuruldu, peki ne oldu? Büyük çoğunluğu yıkıldı, zar zor ayakta kalabilenler ise, berbat bir durumda. O yüzden, şu görülmelidir: Mevcut düzen, bizim tek seçeneğimizdir! Bizler, bu düzenin bekçileri olarak, onu korumak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bu düzeni bozmak isteyenler! Hesap günü yakındır…

-Barış, şaşkınlık içinde öylece kalakalmıştı. Bir hıçkırık sesi duydu, Sevgi ağlıyordu. Onun gözünden akan yaşları sildi;

-Merak etme, onu durdurmanın bir yolunu bulacağım, dedi. Sevgi:

-Ya sana bir şey olursa? Ben sensiz ne yapa…

-Hişşt, lütfen Sevgi. Bunları düşünme. Hem bak şunun şurasında doğurmana ne kaldı ki? Zaten hala bebeğimizin cinsiyetini bile bilmiyoruz…

-Bunu konuşmuştuk Barış, ikimizin çocuğu olduktan sonra, cinsiyetinin ne önemi var?

-Haklısın karıcığım, hadi sen yat artık, ben de birazdan geleceğim.

-Peki, iyi geceler…

-İyi geceler sevgilim, dedi Barış. Sevgi odaya gidince, biraz daha oturdu. Bir şeyler yapmalıydı, ama ne? Bu adam çıldırmıştı, mutlaka durdurulmalıydı. Düşündü, eski silah arkadaşlarından bir ordu kurmalıydı. Bunu hemen uygulamalıydı, yoksa çok geç olabilirdi. İçeri gitti, Sevgi uyumuştu. Onu öptü, gidişi ve yapacaklarıyla ilgili bir not yazdı, usulca çıktı. Barış, Savaş’ı durdurmalıydı…

-Kim Barış Ölmez mi beni durduracak? Güldürme lütfen, dedi Savaş yardımcısına. O kim oluyor ki, basit bir asker emeklisi sadece, diye devam etti. Sürekli dostça, kardeşçe yaşamaktan bahseden korkağın tekidir o. Onu yakaladığım yerde kendi ellerimle öldüreceğim. Hadi herkes hazırlansın, neredeyse güneş doğmak üzere. Dünyayı asıl sahibine geri döndürme zamanıdır…

-Savaş Yıkıcı’nın orduları, sabahla birlikte, dünyanın her yerinde “düzen bozucular”a saldırmaya başladılar. Her sabah aydınlık getiren Güneş, bu sefer bir felaket getirmişti… Her yerde çığlıklar, silah sesleri, bombalar, cesetler, kanlar… Tüm dünyanın üzerine karanlık bir bulut çökmüştü sanki… Her taraf karanlık ve alabildiğine kırmızıydı… Ölüm siyah, kan kırmızıydı, bu iki renk, hiç olmadığı kadar iç içeydi…

Savaş Yıkıcı, bu tablodan adeta sarhoş olmuştu. Bu karmaşanın bizzat içindeydi, aklında iste tek bir hedef vardı; Barış Ölmez… Onun, mutlaka kendisini durdurmaya çalışacağını biliyordu, ve bunu denemesini her şeyden çok istiyordu… Ancak bu şekilde onu öldürebilirdi… Sonra, baktı, bir yerden kendi askerlerinin çığlıkları geliyordu. Hemen seslerin geldiği yere döndü, evet oydu, Barış gelmişti. Ordusuna emir verdi ve gelenlerin üzerine doğru koşmaya başladı…

Barış Ölmez, tek seçeneğin, ordusunu toplayıp Savaş Yıkıcı’nın üzerine gitmek olduğunu anlamıştı. Eğer o durdurulursa, bu felaket de biterdi. Hemen ordusuyla beraber Savaş’ın bulunduğu yere doğru yola çıktılar. Vardıklarında, hemen etrafına göz gezdirdi; evet, Savaş, oradaydı. Etraflarındaki askerleri defettikten sonra, Savaş ve ordusunun kendileri üzerine koştuklarını gördü, ordusuna “İleri!” talimatını verdi ve ordusuyla gelenlerin üzerine doğru koşmaya başladı…

Müthiş bir çarpışma yaşanıyordu… Beyaz, siyah kalmamıştı artık, herkesin tek bir rengi vardı, kırmızı… Savaş, Barış’ın arkasının kendisine dönük olduğunu gördü, ona doğru ateş etti… Barış yere yıkılmıştı… “Barış vuruldu!” diye bir ses duyuldu, bunun üzerine Barış’ın ordusunda bir anlık kargaşa yaşandı, ama kendilerini çabuk toparladılar. Hemen iki üç kişi, Barış’ı tuttular, arka taraflara kaçırmayı başardılar. Çarpışma tüm şiddetiyle devam ediyordu…

Savaş, Barış elden kaçınca öfkeden deliye döndü. Ordusunu topladı ve bundan sonraki adımını düşünebilmek için oradan ayrıldı… Bir dahaki sefere onu kaçırmayacaktı…

Cepheden oldukça uzaklarda, sağlık ekibi konuşlanmıştı. Barış hemen buraya getirildi, yarası oldukça ağırdı. Bu arada, Sevgi koştu yanlarına, sabah notu bulduğunda, hemen emekli bir general olan babasını aramıştı perişan bir halde… Babası, Savaş’ın yerini öğrenmişti, böyle bir günde hem kızını hem de damadını yalnız bırakamazdı, hemen kızını da alıp savaş alanına doğru yola çıkmıştı… Sağlık ekibinin yanından geçerken, damadını görmüştü, hemen gitmişlerdi oraya… İşte, Sevgi eşini gördü, orada kanlar içinde ve neredeyse baygın bir şekilde yatıyordu… Ağlayarak sordu:

-Barış, neden? Neden yaptın bunu?

-Lütfen sevgilim, bana kızma… Bu adamı durdurmak gerekli, ben yapamasam da birileri mutlaka yapmalı… Barış, bunu dedikten sonra, Sevgi’nin babasına döndü; sizden ricam, ek kuvvetler toplayıp bu adamı durdurun lütfen… dedi. Ondan onay alınca Sevgi’ye döndü:

-Sevgilim, seni her zaman sevdim, senin kollarında ölüme gidiyorum, bu muhteşem bir ölüm… Lütfen kendine dikkat et, çocuğumuza da iyi bak… Senden tek bir ricam var; çocuğumuza Umut ismini koy… Ona iyi bak, onu koru… Barış ölse de, Umut Ölmez…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder