9 Ekim 2009 Cuma

Uykuya Giden Yol…


Rüzgar… İlk defa üşütmüyor tenimi. Düşüncelerimi dalgalandırmıyor, birbirine karıştırmıyor. Gidiyorum. En sevdiğim eylemi yapıyorum. Bu kez farklı. Nereye ve kime? Nasıl bir hayata doğru adımladığımı bilmiyorum. İşte hareket fireni çalmakta gecenin sessizliğine inat. İlk gelen tren. Evet bu. Dünde kalan yenilgilerime inat, beni bekleyen yeni öyküme doğru. Birinci adım, ikinci adım ve ağır kokulu bir koridordan ne kadar süreceğini bilmediğim, sonunda neyin ve kimlerin olduğunu bilmediğim bir yer. İşte dünyadan bir yer ve değişmeyecek olan tek varlık ben. Hareket etmesiyle yüreğimdeki atlılar da eşlik ediyor raylara… *

Etrafıma bakıyorum, tren çok kalabalık değil, tek kişilik bir koltuktayım, trenin istikametinden ters yöne oturuyorum… İşte, benim hayatım bu aslında, yılların gittiği yönün tersine gidiyorum hep, ama ne kadar uğraşırsam uğraşayım, yıllarla beraber gidiyorum, meğer ters yöne gittiğimi sanıyormuşum da haberim yokmuş… 55 yaşına geldim ve elimde kalan şey bu… Yalnızlık, kimse kalmadı arkamda… Hoş, kalmasını ister miydim, onu bile bilmiyorum… Hep yalnız oldum, hep yalnız kaldım, halbuki sevdiğim bir kadınım vardı, ya da sevdiğimi sandığım, ona bile bağlanamadım… Beni seviyordu, ben de gerçekten sevmeye çalıştım onu, ama olmadı işte, lanet olası kişiliğim izin vermedi bağlanmaya… Neye bağlanabildim ki zaten ömrüm boyunca? Doğru dürüst bir işim olmadı, kendimi ait hissettiğim ne bir yuva, ne bir kent, ne de bir düşünce…. Hiç birisi olmadı. İşin enteresan kısmı, bu bana hiç dokunmadı, ta ki bir anda her şeyi bırakıp gitmeye karar verene kadar… İnsanoğlu ne ilginç bir varlık, belki de garip olan benim de kendime itiraf edemiyorum, bir kararla bütün hayatını akıp yeni ufuklara yelken açabiliyor… Gittiği yeri bilemese bile…

Hakikaten, nereye gidiyorum ki ben? Önüme gelen ilk trene bilet vermesini söyledim gişedeki görevliye, nereye gittiğini bile söyletmedim, kendime sürpriz yapacağım… Ne bilete baktım, ne de trenin adına, sadece gidiyorum işte… Bu kez hayata meydan okuyorum; malum, hayatta gittiğimiz yer belli, ölüm… Ama ben, nereye varacağını bilmediğim bir trendeyim, böylece hayatı alt etmiş oluyorum… İyi de, benim trenin nereye gideceğini bilmemem, onun nereye gittiğinin belli olmamasını gerektirmez ki… Bir insan, ölüme gitme düşüncesini hiç aklına getirmese de ölüme gidecektir eninde sonunda, yani aslında benim nereye gittiğim de bir bakıma belli işte… Of, yine mat edemedim hayatı, bu sonsuz dileğimi bir kez olsun gerçekleştiremeyecek miyim ben? Acaba nereye gidiyor, burada bulunanlara bakılırsa bir kente gidiyor, yakınlarda hangi kentler vardı? Yo, hayır, ben de trenin gittiği kentte değil de yoldaki bir istasyonda inerim, böylece gerçekten nereye gittiğim belli olmaz… Peki, istasyondaki tabelaları ne yapacağım? Hiç bakmasam da, bir şekilde görürüm elbet… Neyse, şimdilik bu düşünceyi unutayım, yoksa kafayı yiyeceğim… Benimki de laf işte, sanki çok akıllıyım da… Şu anda içinde bulunduğum durumun bile hiçbir mantıklı açıklaması yokken, hayata karşı gelmeye çalışıyorum bu küçücük varlığımla… En iyisi biraz uyku, belki bunlardan uzaklaşabilirim… Uyku, al beni koynuna, en azından birazcık kendimden uzaklaşayım… Uyku… Sana teslim oldum…

* Yazarımız enigma'nın başladığı yazıya bir devam denemesi...

1 yorum:

  1. bitmeyen yollar, bitmeyen yazılar gibi... Bir yolculuğa çıktın mı sonuna kadar orada olacaksın... sonunda ölüm de olsa...

    YanıtlaSil